Son günlerde dünya, yeni bir savaşın eşiğinde adeta nefesini tutmuş bekliyor. ABD’nin İran’a yönelik saldırgan tutumu, sadece uluslararası hukukun değil, aynı zamanda Birleşmiş Milletler ilkelerinin de açık bir ihlalidir. İran’ın nükleer tesislerini hedef alan bu tek taraflı operasyon, bölgede tansiyonu zirveye taşırken, barış çağrılarının yerini savaş senaryoları almıştır. İlginçtir ki, İran toplumunda rejim karşıtı kesimler dâhil olmak üzere geniş bir birlik duygusu ortaya çıkmıştır. Bu toplumsal kenetlenme, millet olmanın kriz anlarında nasıl bir refleksle şekillendiğini net biçimde göstermektedir.
ABD’nin bu saldırgan hamlesinin hemen ardından İsrail sokaklarında açılan “Teşekkürler Trump” pankartları, iki ülke arasındaki iç içe geçmiş çıkar ilişkilerini ifşa eder niteliktedir. Bu görüntü, bölgede barışın değil, yeni vekâlet savaşlarının ve örtülü müdahalelerin hazırlıklarının yapıldığını göstermektedir. İran Meclisi’nin aldığı Hürmüz Boğazı’nı kapatma kararı ise, yalnızca askeri değil, ekonomik bir yanıt niteliğindedir. Bu gelişmeler; diplomasi yerine silahların konuştuğu, tehditlerin açık ittifaklara dönüştüğü bir dönemin kapısını aralamaktadır. Böylesi bir denklemde, çatışmanın yayılması yalnızca bölgeyi değil, tüm insanlığı tehdit edecek sonuçlar doğurabilir.
İngiltere’nin, “İran’ın ABD personeline saldırısı NATO’ya yapılmış sayılır” açıklaması ise artık kartların açık oynandığını gösteriyor. Bu üçlü yapı –ABD, İngiltere ve İsrail– farklı bayraklar taşısa da uyumlu çıkarlar etrafında şekillenen ortak bir stratejiyi uyguluyor: Bölgesel kaos ve dizayn. Bu birlikteliği “üç devlet, tek misyon” şeklinde tanımlamak yanlış olmaz. Amaçları, sadece İran’ı değil, sırasıyla tüm bölge ülkelerini hizaya çekmektir.
Nitekim ABD’nin vatandaşlarına yaptığı “Türkiye’ye seyahat etmeyin” uyarısı da aynı dizayn politikasının bir parçasıdır. Türkiye’nin stratejik konumu, bölgedeki etkisi ve son dönemde izlediği dengeli politikalar, bu üçlü ittifakı rahatsız etmektedir. Oysa artık çok net görülmektedir ki; bu bölge üzerinde oynanan her oyunda hedef şaşmaz: Önce bölmek, sonra yönetmek.
Tüm bu gelişmeler bize bir gerçeği yeniden hatırlatıyor: Artık içeride ayrışmanın, kutuplaşmanın, sen-ben kavgalarının vakti değil. Birliğe ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Çünkü coğrafyamızda oynanan bu oyunlar, sadece komşularımızı değil, bizi de doğrudan hedef alıyor. Türkiye, kendi iç cephesini sağlam tuttuğu sürece bu tür senaryolara karşı en büyük direnci gösterecektir.