Her yemeğin bir hikâyesi, bir serüveni vardır. Ama bazı yemekler var ki, sadece bir yemek olmanın ötesine geçer; bir emeğin, sabrın, sevginin somutlaşmış hâline dönüşür. İşte yaprak sarması da bunlardan biridir.
Baştan başlayalım… Bahar aylarında asmaların tazecik yaprakları toplanır. Güneşin altında ince ince seçilir, ayıklanır. O küçücük yaprakların ileride sofralarda nasıl bir lezzete dönüşeceğini bilen eller titizlikle onları saklar. Ardından sıra gelir iç hazırlığına… İnce bulgur mu olacak, pirinç mi? Etiyle mi yapılacak, zeytinyağlı mı? Her evin damak zevkine göre değişir ama bir şey hiç değişmez: o itinayla yoğrulmuş iç harcı.
Sonra sabır başlar. Tek tek alınır yapraklar ince ince sarılır. Kimisi kalem gibi incecik sever, kimisi biraz tombul. Ama sarma sarılırken aslında sadece yemek yapılmaz; sohbet edilir, dertleşilir, kahkahalar atılır. Adeta mutfakta bir terapi seansıdır.
Ve o yaprak, tarladan tabağa uzanan yolculuğunu tamamladığında sofraya bir sanat eseri gibi gelir. Tencereden yükselen kokusu, tabakta dizilişi ve damakta bıraktığı tatla, yaprak sarması sadece bir yemek değil; bir kültür, bir gelenek, bir hatıradır.
Belki de bu yüzden her lokmada annemizin, nenemizin el emeğini, sevgisini hissederiz. Yaprak sarmasının muhteşem dönüşümü, bir yaprağın soframıza mutluluk olarak gelmesinin hikâyesidir aslında.