Yılbaşında, ilkbaharda, sonbaharda… Her mevsim, Eylül gibi Ocak gibi, her ayın başlangıcında bir gelenek gibi vizyon panoları oluştururuz. Renkli kartonlar, büyük harfler, hayallerin görsellerle buluşup gerçekleştirilmek üzere niyet edildiği, evrene teslim edildiği mistik saatler…
Oysa herkesin “Ne harika!” dediği o panoya ulaşmak için kimse koltuğundan kalkacak cesareti bulamaz. Çünkü konfor alanı, kim bilir, kaç yıldır aynı koltukta oturmamızı ödüllendiren görünmez bir şeker gibidir: tatlı, rahattır… ama tamamen lezzetsizdir.
Panodaki hayaller, vitrindeki pasta gibi durur: fotoğrafı güzel, ama dokunmak, ısırmak, tadına bakmak riskli ve zahmetlidir. “Belki yarın başlarım,” deriz; o panoya ulaşmak için gerekli küçük adımlar bir türlü atılamaz. Konfor alanı bunu farkında bile olmadan kutlar ve bize bir kahkaha atar: “Sen orada kal, hayaller orada dursun.”
Lezzetsiz Şeyler Müzesi’nin bir bölümü gibi düşünün: her vitrin bir hedefi temsil eder. Bazıları göz kamaştırır, bazıları sessizce “Buna ulaşmak için çok çalışmalısın” diye fısıldar. Ama çoğu ziyaretçi, vitrinlere bakıp “Eyvah, biraz zahmetli” diyerek geri çekilir. İşte modern hayatın en tatlı aldatmacası: renkli hayaller, harekete geçemeyen insanlar ve konfor alanının gülünç cazibesi.
Vizyon panosu, sadece gözümüzü boyamak için değil, cesaretimizi test etmek için vardır. Ama çoğu zaman panoya bakıp kendi tembelliğimizi kutlarız. Konfor alanı kazanır; panodaki hayaller hâlâ orada, bakmaya doyamadığımız ama dokunamayacağımız şekilde parlar. Ve biz? Sadece sarkastik bir gülümsemeyle izleriz.
Belki yapılacak tek şey, küçük adımları atmaktır. Her gün bir adım, konfor alanının tatlı tuzağını aşmak için yeterlidir. Çünkü vizyon panoları, modern hayatın Lezzetsiz Şeyler Müzesi’nde sadece bakılan ama asla tadı alınamayan vitrinler olarak kalmasın. Dokunun, tadın ve kendi lezzetinizi yaratın.