Bir milletin geleceği, yalnızca ekonomik gücüyle ya da teknolojik ilerlemesiyle değil; aynı zamanda sahip olduğu milli ve manevi değerleri yeni nesillere aktarabilmesiyle ölçülür. Çünkü değerlerinden kopan bir toplum, zamanla köksüzleşir ve rüzgârın önündeki yaprak gibi savrulmaya mahkûm olur.
Ne yazık ki bugün çocuklarımıza ve gençlerimize bu değerleri yeterince aşılayamadığımız gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Camilerde hutbe zamanı ellerinde telefonla oynayan çocuklar, aslında sadece kendi ilgisizliğini değil, bizlerin yeterince örnek olamayışını da gösteriyor. Bayramları sadece tatil gününden ibaret sanan gençler ise, milli mücadeleyle yoğrulmuş bu günlerin manasını kavrayamıyor.
Burada asıl sorun gençleri suçlamak değil; onların dünyasına girememek, değerleri çağın diliyle anlatamamak. Bugünün gençliği farklı bir dünyada yaşıyor. Teknoloji, sosyal medya, hız ve anlık tatmin duygusu onların gündelik hayatını şekillendiriyor. Eğer biz değerlerimizi hâlâ eski anlatım kalıplarıyla aktarmaya çalışırsak, kuşaklar arası kopukluğu daha da derinleştiririz.
Oysa milli ve manevi değerlerimizi aktarmanın yolu, gençlere yasaklar koymaktan değil; onları anlamaktan, çağın ihtiyaçlarına uygun yöntemler geliştirmekten geçiyor. Dinî değerleri sadece nasihatle değil, yaşayarak göstermek; milli bayramların ruhunu ise yalnızca törenlerle değil, hikâyeleriyle, fedakârlıklarıyla, kahramanlıklarıyla hissettirmek gerekiyor.
Unutmayalım ki bir milletin hafızasını diri tutan şey; geçmişini unutmadan geleceğe yürüyebilmesidir. Eğer bizler bu bağı kuramazsak, yarının gençleri kendini başka kültürlerin içinde tanımlamaya başlar. O gün geldiğinde kaybettiğimiz sadece gençlerimiz değil, aslında kimliğimiz olacaktır.