Üniversite kapısından umutla giren gençler, diplomalarını aldıklarında artık hayallerine bir adım daha yaklaştıklarını düşünürler. Ancak TÜİK’in geçtiğimiz günlerde yayımladığı 2024 verileri, bu hayalin ne denli acı bir gerçekle gölgelendiğini gözler önüne serdi. Türkiye’de her dört lisans mezunundan biri işsiz. Daha da çarpıcısı, ön lisans mezunlarında bu oran yüzde 32,3’e çıkıyor. Yani iki yıllık bir üniversite bitirmiş her üç gençten biri, mezun olduktan sonra iş bulamıyor.
Bu tabloyu sadece rakamlarla değil, her sabah ailesinin yüzüne bakıp “bugün de iş yok” demek zorunda kalan gençlerle okumak gerekiyor. Çünkü bu sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir travmadır. Mezuniyet törenlerinde dağıtılan diplomalar, artık birer sevinç belgesi değil; çoğu zaman bir işsizlik belgesine dönüşüyor. Aileler yıllarca çocuğunu okutmak için dişinden tırnağından arttırırken, gençler ise “okuyunca her şey değişir” inancıyla mücadele ediyor. Ne yazık ki karşılarında duran gerçek; emeklerinin boşa çıktığı hissi.
İşsizlik oranlarının bu denli yüksek olması, sadece bireysel değil, toplumsal bir çöküşün de sinyalidir. Yükseköğretimin niceliksel olarak büyümesi, niteliksel karşılığını bulamadığında, ülke olarak vasıfsız kalabalıklar üretir hâle geliriz. Üniversiteler gençlere yalnızca bilgi değil, aynı zamanda yön, beceri ve gelecek inşa etme umudu vermelidir. Oysa şu an sistem, beklenti üretiyor; karşılığında hayal kırıklığı dağıtıyor.
Bugün iş bulamayan, yarın hayal kuramayacak bir gençlik demektir. Bu sadece bugünün değil, yarının da yıkımı olur. Türkiye genç bir nüfusa sahip. Ama bu gençlik üretkenliğe yönlendirilmedikçe, potansiyel değil, patlamaya hazır bir krize dönüşür.
Diploma artık bir anahtar değil, kapalı kapıların simgesi hâline geliyorsa; oturup eğitim sistemini, istihdam politikalarını ve gençliğe bakış açımızı yeniden gözden geçirme zamanı çoktan gelmiş demektir.