Ancak günümüzde, bu kavramın adeta zıttı olan bir başka eğilim hızla yayılıyor: Asosyalizm. Yani insanların birbirinden uzaklaştığı, konuşmadığı, görüşmediği, paylaşmadığı bir hayat tarzı.
Ne acıdır ki; sohbet yerini sessizliğe, misafirlik yerini ekranlara, bayramlar ise sadece bir tatil molasına bırakmış durumda. Ahlaki değerler giderek eriyor, insanlar manevi bağlarını kaybediyor. Bu yalnızlaşma, bireylerde psikolojik bir buhrana yol açıyor. Oysa bizler; sofrasını paylaşan, kapısını açık tutan, selamı eksik etmeyen bir milletin çocuklarıydık.
Bugünse misafirperverliğimiz bir “eski zaman alışkanlığı” gibi görülüyor. Genç kuşak, sürdürülebilir değerleri özümseyemiyor. Eski kuşak ise yeniye ayak uydururken kendi kültürel kimliğini kaybediyor. Sonuç? Kendi içinde yalnızlaşan bireyler, dış dünyayla bağını koparmış, ruhsuz bir kalabalık.
Toplumun bu dönüşümünde birçok etken var. Bunlardan ilki, aile kurumu. Aile artık ne yazık ki geçmişle gelecek arasında köprü kuramıyor. Teknolojiyle büyüyen çocuklar, sosyal medyada anne-babalarının rollerini izleyerek büyüyor. Ebeveynler ise çocuklarıyla gerçek bir iletişim kurmak yerine dijital ortamlarda “ebeveynlik” yapıyor. Bu da bireyin, sosyal hayatta kendini ifade edemeyen, içe kapanık, yalnız bir kişiliğe bürünmesine yol açıyor.
Bir diğer önemli aktör ise yöneticiler ve bürokratlar. İnsanlar iş hayatında, anlamsız davranışlarla karşılaştıklarında önce direnç gösteriyor; sonra bu anormalliği normalleştiriyor. Hatta bazıları, “yükselmenin yolu bu davranışlardan geçiyor” diyerek, değerlerinden vazgeçiyor. Toplumun önünde konuşan her yönetici, yalnızca kendi kurumunu değil; bir milleti temsil ettiğinin farkında olmalıdır. Söylenen her söz, ekranlardan milyonlara ulaşırken zihinlere ve kalplere işler. Bu yüzden kullanılan dil; birleştirici, yapıcı ve samimi olmalıdır. Çünkü kelimeler yalnızca yankılanmaz, iz de bırakır.
Bugün Türk toplumu, asosyalleşmenin kıyısında değil; içindedir. İnsanlar sosyal medya hesaplarında binlerce “arkadaş”la görünürken, gerçek hayatlarında bir selamı eksik ediyorlar. Bu gidişat, bizim millet olarak sosyal dokumuzu, geleneksel yapımızı ve manevi köklerimizi tehdit ediyor.
Peki çözüm ne? Çözüm bireyde başlar. Her birimiz, önce kendi evimizde, çevremizde bir farkındalık oluşturmalıyız. Değerlere sarılmalı, selamı yaymalı, bayramı tatil değil; birlik vesilesi olarak yaşatmalıyız.
Unutmayalım: Asosyalleşen birey yalnızlaşır; yalnızlaşan birey kimliğini yitirir. Kimliğini yitiren milletler ise tarihten silinir. Biz Türk milleti olarak buna müsaade etmeyiz, etmeyeceğiz.