Yaz mevsimi denince akla ilk gelen şeylerden biri, kuşkusuz rengârenk meyvelerin süslediği kahvaltı sofralarıdır. O sofraların baş tacı ise reçellerdir. Hele ki çilek, vişne, kiraz gibi yaz meyvelerinden yapılan reçeller… Kokusu mutfağa yayıldığında çocukluk anılarımız canlanır, anne eli değmiş sofralar gözümüzde belirir. Ancak bu yıl tezgâhlar ne yazık ki bu neşeli meyveleri sunmadı bizlere. Sessiz, renksiz ve biraz da eksik kaldı yaz sabahlarımız.
Marketlerde ya da semt pazarlarında dolaşırken alışkanlıktan gözlerimiz aradı o kırmızı çilekleri, ekşi mi ekşi vişneleri, parlayan kirazları. Ama ne mümkün… Ya çok az vardı, ya da fiyatları ulaşılmazdı.
Oysa ne güzeldi çocukken çilek reçelinin kokusuyla uyanmak… Annenin büyük tencerelerde meyveleri kaynatması, kavanozların özenle dizilmesi…
Bu yıl belki kavanozlarımız boş kalacak, belki de market raflarındaki fabrikasyon reçellere yönelmek zorunda kalacağız. Ama bu eksiklik bize bir gerçeği daha hatırlattı: Doğaya ne kadar bağımlı olduğumuzu, üreticinin emeğine ne kadar muhtaç olduğumuzu… Ve belki de kaybetmeden değerini bilemediğimiz şeylerin başında gelen reçelin, sadece bir kahvaltılık değil, aynı zamanda bir kültür mirası olduğunu…
Gelecek yaz, umarım sofralarımız yine çilek kokar, kavanozlar yeniden umutla dolar. Çünkü reçelsiz bir yaz, eksik bir hikâye gibidir; ne kadar renkli olursa olsun, sonunda bir şeyler hep yarım kalır.