Turizm, Türkiye’nin döviz kazandıran en önemli sektörlerinden biri. Her yıl milyonlarca turist ağırlanıyor, beş yıldızlı oteller, lüks tesisler dolup taşıyor. Ancak bu parlak vitrinin ardında karanlık bir tablo var: Sigortasız, güvencesiz, sezonluk ve değersizleştirilmiş bir emek düzeni.
Turizm Çalışanları Derneği’nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı verilerine göre yalnızca Antalya’da yaklaşık 1 milyon turizm işçisi sigortasız çalışıyor. Oysa sektörde toplam çalışan sayısı 1 milyon 350 binin üzerinde. Yani neredeyse her üç çalışandan ikisi, kayıt dışı istihdamla hayatını idame ettirmeye çalışıyor. 4 bine yakın otelin olduğu bir şehirde, resmi kayıtlarda yalnızca 300-350 bin işçi görünüyor. Bu da gösteriyor ki sistemli bir göz yumma, denetimsizlik ve emek sömürüsü söz konusu.
Turizm sektöründe eğitimli gençlerin çalışmak istememesi artık bir tercih değil, bir mecburiyet hâline geldi. Turizm meslek yüksekokulları ve fakültelerden mezun olan gençlerin büyük bir kısmı, daha ikinci yılında sektörü bırakıyor. Çünkü sektörde kendilerine sunulan şartlar adeta bir külfet: 6 ay çalış, 6 ay bekle. Asgari ücretin bir tık üstünde maaş al, konaklama desteği diye rutubetli, bakımsız lojmanlarda yaşa. Yani turizm mezunu bir genç, 5 yıldızlı otelde çalışmak yerine markette kasiyer olmayı daha mantıklı buluyor. Çünkü orada yıl boyu istihdam ve temel insan haklarına uygun bir düzen var.
Sadece ekonomik değil, psikolojik ve sosyal baskılar da cabası. Alaylı personelin mektepli gençler üzerinde kurduğu tahakküm, mobbing, aşağılayıcı tutumlar… Sektöre dinamizm getirecek, nitelikli hizmet sunacak gençler bu ortamda ne kadar durabilir ki?
Sezon gelince işe al, işler bitince gönder. Ama bu zihniyetin sürdürülebilirliği yok. Bu kafa yapısıyla ilerleyen turizm sektörü, gelecekte nitelikli personel bulamayacak. Çünkü insanlar geçinemezse, itibar göremezse, emeği karşılık bulmazsa o sektörde çalışmayı tercih etmez.
Turizmin sadece turist sayısıyla değil, insan kalitesiyle, çalışan memnuniyetiyle, etik iş koşullarıyla da ölçülmesi gerektiği artık görülmeli. Aksi hâlde rakamlar büyüse bile, vicdan küçülür; sistem işler gibi görünür ama insan öğütür.
İşte tam da bu nedenle çözüm, geçici pansumanlarla değil; köklü yapısal reformlarla mümkündür. Turizm sektöründe bir “Meslek Yasası”nın acilen çıkarılması, hem çalışan haklarının güvence altına alınması hem de sektörün itibarının korunması açısından hayati bir ihtiyaçtır. Bu yasa ile kayıt dışı istihdamın önüne geçilmeli, çalışma koşulları standardize edilmeli, sezonluk istihdam yerine yıl boyu güvenceli modeller desteklenmelidir. Ayrıca, turizm eğitiminde verilen diplomaların iş piyasasında karşılık bulması, eğitim ile istihdam arasındaki köprünün güçlendirilmesi gerekmektedir. Aksi halde nitelikli gençler sektörden hızla uzaklaşacak, turizmin yükü yine eğitimsiz ve ucuz iş gücüyle omuzlanacaktır ki bu da ne sürdürülebilir ne de adildir.